//
you're reading...
deneme, ideology, power

Röntgen: İktidarın Gözü, Gözün İktidarı

rontgencilikOnsekinci Yüzyılda, bir sosyal mühendislik projesi olarak kurumsallaştırılan ve Jeremy Bentham’ın öncülüğünü yaptığı “Panoptik mekanlar”dan, Yirminci Yüzyılın hemen başında kapitalist sistemle örtüşmeye başlayan ve toplumsal ilişkilerin, imgeler dünyasının aracılığı ile kurulduğu, “izlencenin mekanları”na bir geçiş söz konusu. Panoptik mekan, Aydınlanma Projesi’nin tipik bir yan-ürünü olarak, yargının/yargılamanın akılcılıkla meşrulaştırılmasını, dolayısıyla beden ve ruhun terbiyesini içerirken; izlencenin toplumu, Marks’ın Ondokuzuncu Yüzyılda tartışmaya açtığı, üretim ilişkilerinden kaynaklı fetiş, yabancılaşma, mal/mülk edinimi ve bağımlılığı ile bunları temsil eden imgeler dünyasının yekûnu olarak karşımıza çıkar. Bu geçiş gerçekte, büyük bir algısal kayışa da işaret eder. Bu noktadan hareketle dosyamız*, “röntgen” sözcüğünün arkasında yatan söylemsel atıfları ve yukarıda anahtar sözcüklerle verdiğimiz kavramları, yeniden gündeme taşımayı amaçlamaktadır. Bir başka deyişle röntgen, siyasi öznenin, değişen toplumsal koşullar içerisindeki yeni duruşlarını – kamusal iktidar ve bireysel haz edinimi de dahil olmak üzere – mekan ve mimarlığın özelinde tartışmaya açacaktır.

Bir Siyasi Aygıt: Röntgen / Bir Siyasi Özne: Röntgenci

Arnhem Koepel Hapishanesi, yalnızca sosyal bilimcilerin değil mimarlığın da söylemsel gücünü sınama imkânı bulduğu sıradışı bir “arkitip”dir ve daha da önemlisi, sosyal bilim ve mimarlık arasında tartışmaya açık yeni bir arayüz üretmesi açısından araştırmacıları, çekici, ancak bir o kadar da spekülatif bir mecraya itelemektedir.[1] Arnhem Koepel, Bentham’ın söylemlerinde vücuda gelen aykırı bir niteliğe sahiptir; aykırılığı, “mekansal örgütlenme + toplumsal yapılanma = sosyal mühendislik” olarak özetlenebilecek, yalın bir matematiksel önermeyi gündeme taşıması nedeniyledir.  bulunması nedeniyledir. Hiç şüphesiz ki, toplumu yeniden yapılandırma ve bunun mühendis edasıyla yapılabilirliğine duyulan katıksız ideolojik “iman”, yabana atılmaması gereken bir 18. yüzyıl fenomenidir. Dürüstçe söylemek gerekirse, Benthman’ın hapishane önermesi ve ona takılı “panoptik mekan”, önce bedeni ve daha sonra da zihni ehlileştirmeyi öneren bir projedir ve ‘Aydınlanma’nın  “içsel bir çelişkisi” olarak karşımızda durmaktadır: Panoptik mekan gerçekte, Aydınlanma Projesi’ni’nin tipik bir yan-ürünü olarak, yargının/yargılamanın akılcılıkla meşrulaştırılmasını; bedenin- ruhun terbiye edilmesini, denetim altına alınmasını ve sonuçta,  kamu yararı/toplumsal faydaya ulaşılmasını gözetir.  İyi ve kâmil insanın inşası için gerekli olan müdahale, bireyin önce “göz-etim” altına alınmasını, ehlileştirme sürecinde de, göz-etilmesini talep eder; son ürün, herhangi bir bireyin ötesinde, siyasi öznenin kendisidir. Burada sözü edilen kamu yararının, öykünülen siyasi örgütlenme ve ideolojik haritalamalara bağıl bir değişkenlik içereceği söylenilebilir. Meta-söylemini Aydınlamacı bakıştan alan, ancak alt-ölçeklerde farklılıklar gösterecek bu ideolojik inşaatın, sonuçta talep edilen bir siyasi özne yaratma projesi olduğu kesindir. Panoptik mekan ise, bu inşaatın kurulu mecrasıdır ve makina analojisiyle özdeş bir niteliğe sahip, değiştirici, dönüştürücü bir araçtır.

Mimari mekanın araçsallaştırılması yeni bir olgu değildir; özellikle 19. yüzyıl sonrası, Modernite ile birlikte bir tür tamamlayıcı ideolojik atıf olarak hem profesyonel ortamlardaki hem de gündelik hayattaki yerini alır. Anormal olanın ehlileştirilerek, özlem duyulan siyasi özneye evrilmesinin aracı (aracısı) olarak mimarlık, kurmaca mekanları, saydamlık (transperancy), görebilirlik (to see; stare; gaze), görünebilirlik/gözatılabilirlik (to be seen; stared; gazed) ve denetlenebilirlik (to be disciplined) üzerinden kavramsallaştırmaya başlar. Bentham’ın da söylediği gibi, panoptik mekan yalın bir ‘mimari arkitip’in ötesinde, aydınlanmış bir toplum için, yeni bir “sosyal düzen”i açığa çıkaracak, siyasi bir aygıttır. Bu aygıtın,  gözetim ve/veya denetim toplumunun (the surveillance society/the society of the discipline) inşasında etkin roller üstlenebileceği kesindir ( gözlem yapma, sorgulama, bakma, göz atma, gözden geçirme, nezaret etme, görme ve anlama merakını giderme, casusluk yapma, sızma, keşif, vb.). Bu noktada, bir başka konuya da değinmek yerinde olacaktır.  Bentham’ın öncülüğünü yaptığı “panoptik” mekanlardan, 20. yüzyılın hemen başında kapitalist sistemle örtüşmeye başlayan ve toplumsal ilişkilerin, imgeler dünyasının aracılığı ile kurulduğu, izlencenin (görünüşün) toplumuna, dolayısıyla mekanlarına (the society of the spectacle) bir geçiş söz konusudur ve aygıtımız bu geçişte, yeni roller de üstlenmiştir (örneğin: sunum, show, merasim, performans, sergileme, vb.).[2] İzlencenin toplumu, Marks’ın 19. yüzyılda tartışmaya açtığı, üretim ilişkilerinden kaynaklı fetiş, yabancılaşma, mal/mülk edinimi ve bağımlılığı ile bunlara bağıntılanmış imgeler dünyasının yekûnu olarak karşımıza çıkar; büyük bir algısal kayışa da işaret eden bu yeni fenomen, aşağıda tartışılacaktır. Ancak bu aşamada özellikle bir kez daha tekrarlanması gereken husus, gözetim toplumundan, denetim toplumuna ve daha sonra da izlencenin toplumuna değin zenginleşen bu yapılanma sürecinde mimarlığın, siyasi bir aygıta dönüştürülmüş olmasıdır. Sonuçta, bir yerden bir başka yere bakmayı ve/veya bir siyasi öznenin gözünden bir başka siyasi öznenin bedenine yönelmeyi sağlayan bir araçsallaştırma söz konusudur.

Aygıtın nasıl inşa edileceği ve tektoniğini nasıl bulacağı, tartışmaya açıktır; öte yandan, aygıtın “ahlaki bir yargı”yı içselleştirmesi, bunu akılcılıkla gerçekleştirmesi ve meşruiyetini, bilim üzerinden sağlaması gerekmektedir. Zaten Bentham’ın erişmeye çalıştığı şey, “evrensel bir hakikatın” tespiti, uygulanması ve neşredilmesi üzerinedir ve tam da bu noktada biz mimarların alışık olduğu kavramsal araçlara başvururur: yeni bir “görsellik”, evrensel hakikatin tespiti, uygulanması ve neşredilmesinin olmazsa olmazıdır (a new sense of visuality). Bu görselliğin, hakikatı herhangi bir engelleme olmadan açığa çıkaracağına ve dolayısıyla, evrensel anlamda geçerliliği olan saydam bir toplumsal mutabakat ve ilişki biçimlerini örgütleyebileceğine olan inanç eksiksizdir. Öte yandan gözleyenin, bir diğer anlatımla, bu yeni görselliği bir aygıt olarak kullanan iktidar sahibinin, merkezde, karanlıkta bırakılması gerekmektedir: iktidarın mevcudiyeti, görünmezliği ile kaimdir ve kendisini “ötekilerden” (gözlenen nesnelerden) ustaca gizlemek zorundadır. Arnhem Koepel Hapishanesiyle de örneklenen bu yeni görsellik, gerçekte tek taraflı ve sonuçta baskılayıcı bir ilişki seti önermektedir; gözlenen, hiç şüphesiz ki, bu görselliğin nesnesi konumundadır ve gözlenen nesne için hem algısal hem de fiziksel bir kapanma/kapatılma, tekil bırakılma hissi önem arzetmektedir.

Gerçekte panoptik mekan, optik bir aygıttır; bu gelişmiş aygıtın tek farkı hem iktidar sahibini hem de ehlileştirme süresince nesneleştirilmiş bireyi içinde tutması, mekan-birey ilişkisini doğrudan devreye sokmuş olmasıdır. Bu mekansal deneyin (deneyimlemenin), disipline eden niteliğinin yanı sıra, bizim için daha da önemli olan, aygıtın kendisini, hacmi, yapısı ve tektoniği olan devasa bir “göz” yerine koymasıdır. Bu mekanik gözün sahibi gerçekte, temel bir soruna işaret etmekte, gören ile görünen arasında tesis edilmeye başlanan toplumsal ilişkiler, sorunu daha karmaşık bir düzleme taşımaktadır. Aslında bir tür analoji yapmak gerekiyorsa, panoptik mekan günümüz röntgen cihazlarına denk düşmektedir: marazi durumun tespiti ve ıslah edilmesi, hastalıklı olanın görünürlüğü, dolayısıyla denetimiyle olasıdır. Hiç şüphesiz, aygıtla (aygıtın içinden) bakan göz, marazi olanın ne ve nerede olduğunun bilgisine vakıf, kurumsal bilgiye haiz olandır; bir diğer deyişle, iktidarın kendisidir. Ancak her iktidar gibi gücü, görüntüsünden değil, tanrısal niteliklerinden gelir; her yerde hazır ve nazırdır (omnipresent), her yerde görür, ancak görünmez. İktidarın ışığı, nesneleşmiş bireyi aydınlatır, bununla birlikte kendisi sonsuz karanlığı tercih eder; görünmez olmasına karşın, duyar ve sözünü söyler, ancak nesne/beden ile diyaloğa girmez. Tüm bu tanrısal nitelikler sonunda gözleyeni ikonik bir yapıya taşır: biat edilir ancak, erişilemez. Öte yandan panoptik mekanda ikonlaşan iktidar, tanrısal gücün doğrudan temsiliyetini çoktan aşmış, kurumsal otoritenin bir güç uygulamasına dönüşmüştür: yani, idealize edilenle gerçeklik arasındaki kaypak ince çizgi çoktan kaybolmuştur.[3]

Bu noktada, tartışmamızı daha büyük bir ölçeğe taşıyarak, Bentham’ın dönemine ilişkin bazı niteliksel gelişmeleri belirtmek iyi olabilir. Benevelo’nun çok iyi betimlediği gibi, geç 18. yüzyıl ile 19. yüzyıl sosyal dönüşümlerin de dönemleridir ve bu dönüşümleri gerçekte tetikleyen altlık ise, endüstriyel kapitalizmin kendisidir.[4] Burjuva sınıfı, yeni bir toplumsal düzeneğin arayışı içerisinde, bu düzeneğe ters düşen “şey”leri “anormal” olarak sınıflandırmaktan geri kalmamış; daha da ileriye giderek, başta belirttiğimiz toplumsal mühendisliğin vasıtalarıyla, “normalleştirme”yi öncelikli bir proje olarak benimsemiştir. Hiç şüphesiz ki Arnhem Koepel Hapishanesi, bu tür bir normalleştirmenin mimari yansımasından ve panoptik mekan da normalleştirmenin siyasi aygıtından öte bir şey değildir. Burada bizim için daha da önemli olan, normalleştirmenin içerisine yerleştirilen ve gerçekte kapitalist üretim ilişkileri ile netlik kazanan bazı kavramlardır ki bunların sonraki dönemlerde farklı yansımaları da söz konusu olmuştur. Buradaki öncelikli kavram, bireyin doğrudan verimliliğine bağıl “üretkenliktir” (productivity). Toplumsal hayatın, kapitalizmin talep ettiği biçimiyle verimli kılınabilmesi için, bireyin üretim süreci içerisinde etkinleştirilmesi, hümanist felsefeyle harmanlanmış bir eğitim sisteminin tedrisatından geçirilmesi ve mesleki formasyon kazandırılması amacıyla talim terbiye edilmesi, eğer gerekiyorsa, anormal addedilen düşüncesinin, davranış kalıplarının ve hatta benliğinin rehabilite edilmesi bir zorunluluktur. Tüm bunların ortak amacı ise, tahayyül edilen ütopik bir toplumsallığın işlerlik kazanabilmesini sağlayacak şekilde bireyin, siyasi bir özne olarak yeniden inşasıdır. Dönemin hümanist söylemi ile kapitalist düzeneğin neredeyse iç-içe geçtiği bu yeni oluşumda, üretkenlik sağlıklı toplumsal yapının anahtar sözcüğü olarak kabul edilmiştir. Üretkenliğin gerçekleştirilebilmesi için, hiç şüphesiz, bu yeni durumsallığa uyum sağlayamamış bireylerin, kurumsallaşmış ve bu yeni kurumsal yapı üzerinden söylemsel gücü ile meşruiyetini dayatmış aygıtlarca “ıslah edilmesi” beklenmelidir. Buradaki ıslahın, bireye biçilen, “üretici kapasite” ile sınırlı olduğunu savlamak, sanırım yanıltıcı olmayacaktır. Bentham’ın söylemlerinde yer tutan Arnhem Koepel Hapishanesi, işte tam da bu noktada, salt disipline edici bir aygıtın ötesine taşınır ve neredeyse sıradan bir kapitalist üretim mekanına evrilir. Bentham’ın deyimiyle panoptik mekan, bireyi tembelliğinden, bir başka söylemle verimsizliğinden kurtaracak, nesneleşmiş bireyi göz-etmenleri aracılığı ile doğrudan üretim sürecinde, üretici gücün bileşeni kılacaktır. Ödüllendirme ve cezalandırmanın ise ürüne eşdeğer bir oranda vuku bulacağını burada özellikle eklemeliyiz. Kısacası, panoptik mekan,  ıslah etmek amacıyla tesis edilmiş optik bir aygıt olduğu kadar, bir üretim hattıdır da – modern usüllerle çalışan bir fabrika, kapitalist üretim mekanlarının denetimli bir prototipidir. Aslında bu, modern insana atfedilen yeni bir rol tanımı ve panoptik mekan ve onun mimarisi ise bu role tahayyül edilmiş arka-plandır. Buradaki hem rol  hem de arka-plân, Foucault’un tüm eserlerinde ince ince tartışmaya açtığı, “iktidar ve güç” edimi ve kullanımına dair yöntem, süreç ve aygıtları da kapsamaktadır.[5]

Foucault’nun, yapı-ajan ikililiğini yorumlayarak, iktidar ve güç edinimini ortodoks yapısalcı sosyal bilim analizlerinden uzaklaştıran çalışmaları, özellikle, üst-yapının asal aktörleri arasında süregelen iktidar savaşının, farklı yönleriyle ve çoğu zaman tali görülen cephelerde resmedilmesi açısından önemli ipuçları sunmaktadır. Bizi doğrudan ilgilendiren biçimiyle panoptik mekan, Foucalt’un gözünde de, göz-lem ve göz-leme dayalı müdahaleye icazet veren bir tür disiplin aygıtıdır – toplumun röntgeninin çekilerek marazi olanın (patolojik suçlular, deliler ve sapkınlar) denetim altına alınmasına yarayan bir tür iktidar mekanizmasıdır, karşımızda duran. Bu noktada, Foucault’nun kısmen ayrıntılı tartışmayı red ettiği, kapitalist düzenek ve gözleyen-gözlenen ilişkisine yeniden göz atmak, yukarıda belirttiğimiz, izlencenin toplumuna dair bir kaç söz söyleyebilmemiz açısından gerekli olabilir. Özellikle klasik Marksist yazımına ters düşen sosyalist fikir adamlarınca dillendirilen bu yeni durum, hem üretim ilişkilerinin dayatmacı yapısını hem de üst-yapıya yerleşik ve görece esnek bir niteliğe sahip kurumlar ve kurumlararası ilişkileri yeniden diyalektik bir sürece  sokması nedeniyle ilginç tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Burada ileri sürülen önerme, kapitalizmin, meta üretimi ve siyasi özne inşası süresince  etkin rol üstlenmiş olduğudur:

Kapitalist sistemle örtüşmeye başlayan ve toplumsal ilişkilerin, meta ve ona takılmış imgeler dünyasının aracılığı ile kurulduğu izlencenin toplumuna, dolayısıyla mekanlarına (the society of the spectacle) bir geçiş söz konusudur ve panoptik aygıtımız bu geçişte, yeni roller de üstlenmiştir. Gözlem aracılığı ile sorgulama, nezaret etme, tecessüs ve en önemlisi disipline etme, yerini yavaş yavaş sunum, show, merasim, performans, sergileme ve benzeri, baskı yerine rızaya dayalı ilişki sistemlerine bırakmaktadır.[6] İzlencenin toplumu, Marks’ın 19. yüzyılda tartışmaya açtığı, üretim ilişkilerinden kaynaklı fetiş, yabancılaşma, mal/mülk edinimi ve bağımlılığı ile bunları simgeleyen imgeler dünyasının yekûnu olarak karşımıza çıkar ve büyük bir algısal kayışa da işaret eden yeni bir fenomen oluşturur.

İzlencenin toplumu sonuçta, gözleyen ve gözlemlenen arasındaki bağı koparmayan ancak, gözleyenin gözlemlenen üzerindeki tahakkümünü görünür aygıtlar üzerinden ziyade, rızaya dayalı ilişki sistemleri aracılığı ile kuran bir dinamiğe işaret eder. Hiç şüphesiz ki, bir tür devasa röntgen cihazına benzeyen ve kapatmaya (confinement) dayalı panoptik mekanlar, yerini, sıradan insanın serbest dolaşımına ve hatta etkin katılımına izin veren mimari ortamlara bırakmaktadır. Bununla birlikte, sözü edilen yeni mekansal arkitipler “meta”nın serbest dolaşımı ve edinimine odaklanarak, iktidarı kapitalizmin tam da gözüne yerleştirmiştir.[7] Meta kısacası, gözleyen ve gözlenen arasındaki yeni bir arayüzdür; ancak bilinmesi gereken şey, metanın metaforik bir kaymanın çok ötesindeki bir olguya işaret ettiğidir. Meta netice itibariyle, doğrudan kapitalist üretimle ilgilidir ve gözlenen özneyi, yabancılaştırararak yeni bir davranış kalıbına (role) zorlar ve bu marazi durumdan, fetiş nesnesi (meta) ile yeni bir tür sosyal ilişki ve mekansal örüntü meşrulaştırılmaya çalışılır – artık, meta, izlence ve mimarlık arasında yeni, ancak bir o kadar da kaypak bir ilişkiden bahsetmek olasıdır.[8]

İzlencenin toplumunda, meta kadar ona bağıl imge sistemlerinin de etkin rolü vardır; bu anlamda Debord’un klasik yapıtı, The Society of the Spectacle, iktidar ve güç ediniminin çağdaş yüzlerinin doğru okunabilmesi için, ilginç bir kuramsal altlık sunar. O’na göre, yinelemek gerekirse, metaya giydirilmiş imgeler, gözleyen ve gözlenen arasındaki ilişki setlerini, en az 18. yüzyılın panoptik mekanları kadar sağlam kurar; fakat burada disipline edici unsur, daha çok imgenin yüklendiği anlam ve sembollerdir. 18. yüzyılda panoptik mekanın kendisi, disipline edici bir aygıt olarak işlev görürken, bu durum 20. yüzyılda maddesel gerçekliğin çok daha ötesine taşınmıştır; artık gözlenen üzerindeki iktidar baskısı, mekanın fizikselliğinde değil, görüntüler dünyasında kaimdir. Bütün bu farklılıklara karşın röntgen, siyasi öznenin değişen toplumsal koşullar içerisindeki yeni duruşlarını, – kamusal iktidar ve bireysel haz edinimi de dahil olmak üzere, – açığa çıkarması açısından ilginç bir niteliğe sahiptir. Ancak bizim için daha da ilginç olan, röntgen’in mimarlıktaki sağlam konumudur. Bu özgün durum, mimarlık ve siyaset ilişkisini bir kez daha gözden geçirmemiz için de iyi bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

Notlar

*2010 yılında Arredamento Mimarlık dergisinde yer alan Dosya’dan derlenerek yayımlanmıştır.

[1] Bu alanda yazılmış en kapsamlı kaynak için, bkz: Jeremy Bentham, The Panopticon Writings, (ed.) Miran Bozovic, London, New York: Verso, 1995. ODTÜ, Mimarlık Bölümünde yürütülen tezler, benzer araştırmalar için de yeteri kadar kaynak oluşturmaktadır. Daha ayrıntılı bir çalışma için, bkz: Serda Yılmaz, Re-Vision,: A Study on Arnhem Koepel Prison, The Panoptican, Yayımlanmamış Master Tezi, ODTÜ, Mimarlık Bölümü, 2000.

[2] Guy Debord, The Society of the Spectacle, (tr) Donald Nicholson-Smith, New York: Zone Books, 1995.

[3] Panoptik mekanda gözleyenin ikonik vasfının edimine ilişkin olarak, bkz: Miran Bozovic, “Introduction: ‘An Utterly Dark Spot’”, (ed) Miran Bozovic, The Panopticon Writings, London/New York: Verso, 1995: 1-28.

[4] Bu alanda yazılmış en kapsamlı tarihsel yazım için, bkz: Leonardo Benevolo, History of Modern Architecture: Volume One; The Tradition of Modern  Architecture, Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1977; Leonardo Benevolo, History of Modern Architecture: Volume Two; The Modern  Movement, Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1977.

[5] İktidar ve güç edimi üzerine özellikle bkz: Michel Foucault, Discipline and Punish: The Birth of the Prison, New York: The Vintage Books, 1979.

[6] Guy Debord, The Society of the Spectacle, (tr) Donald Nicholson-SmithNew York: Zone Books, 1995.

[7] Kevin Hetherington, Capitalism’s Eye: Cultural Spaces of the Commodity, New York, London: Routladge, 2007.

[8] Bu yeni olgu, Frampton’ın, Walter Benjamin’e atıfla adlandırdığı makalesinde, özetle ele alınmıştır: Kenneth Frampton, “The Work of Architecture in the Age of Commodification” (ed) William Saunders, Commodification and Spectacle in Architecture, Minneapolis, London: University of Minnesota Press, 2005:ix-xviii.

About gasmekan

http://archweb.metu.edu.tr/

Discussion

No comments yet.

Leave a comment

Monthly Taxonomy

Categories